Her Kitap Birbirinin Devamıdır
Eski bir İttihatçının, Mustafa Suphi'nin, İttihat ve Terakki'den ayrılıp Milliyetçi-Turancı Milli Meşrutiyet Fırkası'nın saflarına katılmasıyla, İttihat ve Terakki muhalifliğiyle başlıyor aslında bütün serüven. Milli Meşrutiyet Fırkası'nda sürdürülen, İttihatçı karşıtlığına oturan, Pan-Türkçü bir muhalif siyasetin sonu Sinop'a sürgünle sonuçlanıyor. Sinop'tan Rusya'ya kaçışla da Türkiye'ye Azerbaycan'dan giriş yapacak Bolşevik fikirlerin taşıyıcısı yola çıkmış oluyor yeni savunacağı fikirlerle tanışmak üzere Rusya'ya. Türk Ocağı ve İttihat ve Terakki üyesi, sonrasında Pan-Türkçü Milli Meşrutiyet Fırkası mensubu bir Türkçü olan Mustafa Suphi, Rusya'da Ekim Devrimi'ne giden süreci yaşıyor ve Bakü'de kuracağı Türkiye Komünist Partisi'nin toplumcu fikriyatı bugünlerde oluşuyor zihninde. Kurtuluş Savaşı'na katılmak üzere giriş yaptığı ülkesinde kendisinin ve yoldaşlarının yaşamları karanlık bir şekilde sonlandırılıyor ama serüvenleri sonlanmıyor devam ediyor Nazım Hikmet ve Ahmet Ümit ile.
Karadeniz'in karanlık sularında sonlandırıldı zannedilen hikaye, Nazım Hikmet'in "Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim" romanıyla sürüyor. "Anlatılan senin hikayendir" diyordu ya Marx, "On"ların hikayesi de bu romanda devam ediyor kaldığı yerden. SSCB'de eğitim alan, oradaki anılarını anımsarken, yeraltı mücadelesini zorlu devlet baskısı altında sürdüren TKP'lilerle sürüyor serüven. Ahmet'in, İsmail'in ve yoldaşlarının mücadelesiyle, tahlilleriyle, örgütlenmeleriyle, giydikleri hükümlerle, cezaevi günleriyle, kuracakları yeni bir dünyanın hayalleriyle.
Biliyor musun be kardeşim, şairler onuncu yıl marşını on yılda "onbeş milyon er" yarattık her yaştan diye yazmışlar sonra bir bakmışlar "on beş milyon er", "on beş milyoner" oluyor okunurken değiştirmişler "on beş milyon genç yapmışlar" diyor İsmail. İsmail, "...be kardeşim" diyor her cümlesinde. Delisin vallahi be kardeşim, emperyalizmle anlaşacaklar be kardeşim, dünya güzel be kardeşim, mesele onda değil be kardeşim, ne luzum var be kardeşim, pek de zayıf be kardeşim....hep böyle konuşuyor İsmail her cümlesini bağlarken. İsmail ne güzel konuşuyor be kardeşim.
Bir "ümit"te sona eriyor roman, Ahmet'in düşünde. Ahmet bir şiir okuyor bu ümitli düşte.
"Komünistim,
Sevdayım tepeden tırnağa,
sevda, görmek, düşünmek, anlamak,
sevda, doğan çocuk, yürüyen aydınlık,
sevda, salıncak kurmak yıldızlara,
sevda, dökmek çeliği kanter içinde,
Komünistim,
sevdayım tepeden tırnağa."
İsmail "iyi yazmışsın diyor", Ahmet'e. Sonra ayağa kalkıyor, pencereyi açıyor, güneş giriyor odaya. "Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim" diyor İsmail, "Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim!".
Ahmet'in ümit dolu düşleri Ahmet Ümit'te son buluyor ya da son bulmuyor yerini başka düşlere bırakıyor. "Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim" diyen İsmail'in yerini "78'linin Mektubu" alıyor. SSCB modeli Marksist-Leninist bir sosyalizmi savunan TKP'nin düşleri Çıplak Ayaklıydı Gece'de son buluyor. Reel sosyalizm diye de bahsedilen bu devletçi ve merkeziyetçi model 21.yüzyıla ulaşamadan tarih kitaplarındaki yerini alıyor. İnsanların bir bölümünün zaten hiç yüz çevirmedikleri bu model, umut besleyenlerin çoğunluğu içinse, düşlerindeki sosyalizm ile ilgisi olmayan bir hayal kırıklığı olarak kalıyor. 12 Eylül 1980 darbesiyle yıkıma uğratılan mücadeleleri, 1991'de SSCB'nin kendini feshiyle fikren de yıkıma uğruyor. 1920'de serüvenine başlayan TKP ise 1990'da Türkiye İşçi Partisi ile birleşerek kurduğu Türkiye Birleşik Komünist Partisi ile kendisini noktalıyor. Bugün bu geleneğin devamcısı olan ya da olmayan ama bu ismi ve geleneği taşıyan partiler hala varolsa da Ahmet Ümit ile sonlanan bu öyküyü sürdürmeye yetmiyor sözcükleri.
Ahmet Ümit'in "Çıplak Ayaklı Gecesi"ndeki öykülerde de yoldaşlar SSCB'de eğitim alıyor, yeraltı mücadelesi veriyor, 1980 darbesine direniyor, mücadelelerini sürdürürken SSCB'deki üniversite günlerini anımsıyor. Ama "Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim"den farklı olarak. Burada, öykülerdeki karakterler, zorluklar altında mücadele ederken, en zor anda bile umut dolu olarak değil, yenilmiş bir kuşağın ruh haliyle, inandığı değerlerin o günkü düşünceler olmadığı kanaatına varmış bir eski partilinin satırlarıyla karşımıza çıkıyor.
"Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim", "Çıplak Ayaklıydı Gece". Her kitap birbirinin devamı aslında, her son gibi görülüp biten kitap, bir sonrakinin başlangıcı.
Bizim hikayemiz, "Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim", "Çıplak Ayaklıydı Gece". Biri, diğerinin devamı bizce. Bu kitapların hikayesi TKP. TKP'nin hikayesi Marksizm- Leninizm. Dedik ya her kitap bir başkasının devamı. Hepsinin başı Bakunin'in sevilen eseri "Devlet ve Anarşi". Bakunin'in "Devlet ve Anarşi" si de iki kitabın başında da, iki kitabın sonunda da. Hem başlangıcı hem sonu. Hem nedeni hem sonucu. Adı geçmez ama görmek isteyenlere bakar satır aralarından Bakunin. Bakarken "Devlet proletaryanın hapishanesidir, onları daha güvenli bir hapishaneye koymanın ne faydası olabilir ki işçi sınıfına" buyurur Bakunin ve ekler "Efendiler, bizler sosyalizm olmadan özgürlüğün ayrıcalık ve adaletsizlik olduğuna, ve özgürlük olmadan sosyalizmin kölelik ve şiddet olduğuna inanıyoruz" der. Sanki der ki bu iki kitabı da ben yazdım aslında. Bugün kimilerinin Kuzey Kore'de ya da Küba'da bu öykü bitmedi, pek mükemmel bu model diyerek anlattığı, tatil paketi satın alıp ziyaret ettiği ama aslında Bakunin yazdığında, başlarken bitmiş olan hikaye.
Bizim öykümüzün sonu ise Bakunin'in sonda söylenecek şeyi başta söylemesinin bize varan kısmı. Bakunin, sonda söyleneceği başta söyleyerek ayıp etti, mevzunun heyecanını kaçırdı. Heyecan kalmayınca da öykünün sonu bu oldu. Yazık. Hep Bakunin yüzünden.
Gelelim sona en sona. Ahmet Ümit son noktayı koyuyor ve final.
14 yaşında atıldıkları serüven, iktidarı istememekti. Herşeyde sen vardın Bakunin. "Çıplak Ayaklıydı Gece" deki "78'linin Mektubu" öyküsü öyle diyordu. Mektup, iktidarı istemiyoruz diyordu ve işçi sınıfı iktidarı için çalıştıklarını ama bunun gerçek olmadığını söylüyordu. Çünkü işçi sınıfı yani halk onlardan çok uzaktı. Devrimci olan da halk ya da işçi sınıfı değildi, onlardı. Yani bir avuç insan. Kaybeden, muhalif olan taraf olarak kalmalıydılar onlar hep. İktidar kirletir, iktidar devrimcilere göre birşey değildir. Dünyanın dönüşümü iktidara gelmeden gerçekleştirilmeliydi. Varsın Moskova'da Mc Donalds önündeki kuyruk, Lenin'in mozolesinden daha uzun olsundu, varsın halka dayanmayan sosyalist yönetimler çöksündü, varsın çağı yakalayamayan devrimci partiler yıkılsındı böyle söylüyordu "78'linin Mektubu". Yine de insanlığın savaşsız sömürüsüz bir dünyayı kuracağına inanıyorum diyordu. Uzaklarda hiç yaşanmamış güzel günlerin serüven duygusunu, akılla birleştirebilecek insanlarla geleceğine inandığını söylüyordu.
Ve mektubu hitaben yazdığı, 1977'de Gaziantep'te öldürülen yoldaşı Enver Kurt'a diyordu ki, o günün belgileri, bugün insanlığın evrensel değerleri oldular. Yani sen boşuna ölmedin diyordu. Ve her biten kitap gibi o da finalini başka bir öykünün, başka bir kitabın başlangıcına bırakıyordu.
Sen boşuna ölmedin.
Ozan Yardımoğlu
Tebrikler Ortağım..
YanıtlaSil