Öykü: KPSSsiz Devrim
İşçi Partisi'nin başkanı, birden heyecanla ayağa kalktı. Buldum dedi. Senelerce sürdürülen devrimci mücadele, hapisler, idamlar, kapatılan partiler, yasaklanan liderler, yaşanan darbe yılları hepsi boşunaydı. Yapılan onca hararetli teorik tartışma ve fraksiyon ayrılıkları da boşunaydı. Halkın da, İşçi Partisi'nin de arzuladığı en önemli amaç belliydi. Bu amaç için halkımız sınavlara giriyor, eşi-dostu-akrabası olmayanlar bu sınavlarda bir şekilde başarılı olamıyor ve o kutsal ülküye erişemiyorlardı. Sınavlarda puan olarak başarı sağlayanlar ise mülakat adı verilen bir sistemle yine feodal bağlarının yetersizliği nedeniyle elenebiliyorlardı ve kutsal amaçlarına yine ulaşamıyorlardı. Büyük ülküye herşeye rağmen aldıkları puanlarla erişebilenler de vardı ama bir insanın tek başına mutlu olması da utanılacak bir şeydi.
Bir de akrabalarıyla, feodal bağlarıyla, yakınlarıyla puanlara ihtiyaç duymaksızın bu kutlu ideale ulaşabilenler vardı. Onlar için de doğuştan bir şans gerekiyordu. Ama burada da esas görev ve fedakarlık bu dava uğrunda, gücün içerisinde yer almayı başarabilen akrabalardaydı. İşin şans kısmı ise dünyaya gelirken güç ve nüfuz sahibi olan bu insanların hanelerinde yada en azından o insanlarla akraba olanların evlerinde doğabilmekti. Peki bu herkes için mümkün olabilir miydi?
İşçi Partisi'nin başkanı bunu uzun uzun düşünmüştü. Bu ülkede ezici çoğunluk, sosyalist bir sisteme tamamen karşıydı. Ama partilerinin de, halkın da istediği şey aslında aynıydı. Bunu düşünürken, bu kutlu ülküyü, bugüne kadar kendilerinin ve daha önceki devrimcilerin nasıl yanlış telaffuz ettiğine şaşırıp kaldı. Ülkede herkes devlet memuru olmak istiyordu, onlar da herkesi devlet memuru yapmak istiyorlardı. Zaten sosyalizm denilen şey de herkesin devlet memuru olması değil miydi?
Fidel Castro emekli olup Karayipler'de, emekli sandığından aldığı maaşla, emekliliğin tadını çıkarmamış mıydı? Görevini de kardeşine devretmişti. Yine bir eş-dost-akrabacılık çıkmıştı bu işin içinden de ya neyse orası önemli değildi. Önemli olan herkesin devlet memuru olmasıydı. Fidel ve yoldaşları ülkedeki herkesin sınavsız, KPSSsiz, dershanesiz, test kitapsız, cemaatsiz, torpilsiz devlet memuru olabilmesi için senelerce gerilla mücadelesi vermişti. Sonunda başarmış, herkesin devlet memuru olmasına sonuna kadar karşı olan Batista rejimini yenip iktidarı ele geçirmiş ve herkesi devlet memuru yapmışlardı.
Che Guevara ise devlet memurluğundan bir süre sonra sıkılmış ve başka ülkelerde mücadele etmek adına Küba'dan ayrılmıştı. Çünkü devlet memurluğu, memur olana kadar yaşamdaki ideallerin en yücesi, kazanıldıktan sonra da beğenilmeyen, burun kıvrılan bir hayat garantisiydi.
Tabi Küba'daki koşullar daha farklıydı. Bizim ülkedeki gibi, Küba'da herkesin devlet memuru olmak gibi bir gayesi ilk etapta görünmüyordu. Tarlada sözleşmeli çalışmaya razı olanlar da vardı, devlet memurluğundan, KPSS'den bir haber olanlar da. Bu nedenle Fidel ve yoldaşları KPSS test kitabı basan bir yayınevi kurmaktansa, silahlı bir gerilla örgütü kurmayı daha mantıklı görmüşlerdi. Belki bir KPSS dershanesi de açabilirlerdi ama Batista rejiminin buna izin vermemesi de ihtimaller dahilindeydi.
Fidel Castro başkente girip, iktidarı aldıktan sonra yaptığı konuşmada Amerika Birleşik Devletleri'ne meydan okuyor ve bir gün dünyada herkesin devlet memuru olacağı günlerin yakın olduğunu haykırıyordu.
Uluslararası ilişkileri de yakından etkileyen bu gelişme, kamuya daha fazla memur alımı konusunda isteksiz olan Beyaz Saray'da ciddi bir endişe yaratmıştı. ABD'nin müttefiki olan ülkemizde aslında devlet memuru sayısı oldukça yüksekti. Ancak "Marksist Sol" yine de bunu yeterli görmüyor ve herkesin devlet memuru olmasındaki ısrarını sürdürüyordu. Bu ısrar, memur olmak için yanıp tutuşan ama herkesin devlet memuru olmasını isteyen partileri ve örgütleri desteklemeyen halkımız ve de bu partiler için bir felaketle sonuçlanacaktı. Darbeyle birlikte herkesin devlet memuru olma hayalleri sona eriyordu. Ecevit, başbakan olunca Kamu Personeli Seçme Sınavı'nı getirerek herkesin devlet memuru olması konusunda en azından bir kesim için revizyonist bir adım atsa da bu halkın beklentilerini karşılayamıyordu.
İşçi Partisi lideri, bugüne kadar ki popülist tutumlarının meyvelerini aldıklarının farkındaydı. Artık ülkedeki insanların isteklerini ve beklentilerini, onların söylediği, onların istediği, onların beklediği gibi dile getirme zamanı gelmişti. " Kahrolsun Komprador Burjuvazi" demek yerine " Herkese Kadro, Herkese Atama" ; "Birleşe, Birleşe Kazanacağız" demektense " KPSSsiz, Torpilsiz Kazanacağız" deme vaktiydi. "Lale Devri nasıl bittiyse sülale devri de bitecek" gibi kulağa hoş gelen, halkın anlayacağı şekilde söylenmeliydi artık bu herkesi memur yapan sosyalizm meselesi.
Karl Marx bu meseleyi iktisadi ve felsefi boyutlarıyla çok derinlemesine ele almış bu da halkta karşılık bulamama sorununa yol açmıştı. Patronların, işçinin emeğini sömürüp artı-değer yaratmasından tutun da, işçi sınıfının bu düzene son verip, sınıfsız bir dünya yaratmasına kadar bir sürü teferruata girmişti. Bu ayrıntılar oldukça gereksizdi. Herkes devlet memuru olunca zaten özel sektörde çalışacak kimse kalmayacaktı. O dönemler insansız çalışabilen fabrikalar da olmadığı için patronlar iflas etmemek için memur olmayı tercih edeceklerdi. Memura siyaset ve ticaret yasağının olduğu hesaba katıldığında, patronların da memur olmasıyla burjuva düzeni son bulacaktı.
Bu herkesin memur olması sonrasında da memurluğun özünde olan sorunlar yine çözüm beklemeye devam edecekti. Atama, eş durumundan tayin, becayiş , kurum içi yükselme, terfi, lojman, seyyanen zam, müdür yardımcılığı sınavı gibi sorunlar devrimin birinci görevi olarak en önde beklemekteydi. Ancak devrim, bu sorunları da çözecek güçteydi.
Herkesin devlet memuru olmasında bir sakınca yoktu. Zaten devrimin birinci ödevi de buydu. Ama ya Sovyet Devrimi'ndeki gibi memur olmak istemeyen, kafalarına göre bir yol tutturmak isteyen anarşistler çıkarsa ne yapılacaktı? Artık yıl milenyumu geçmişti. Ben memur olmak istemiyorum dediği için bir kişiyi hapse atmak, kurşuna dizmek de ayıp kaçardı. Belki geçici bir çözüm olarak memur olmak istemeyenlerin yurtdışında geziye gönderilmesi ve sonra da ülkeye memur olmayanların girmesi yasaklanabilirdi. Böylelikle memur olmak istemeyenler de memur olmak zorunda kalmazlardı.
Zamanla memurluktan sıkılanlar içinse yapılacak bir şey yoktu. Onlar memurluktan ne kadar sıkılırlarsa sıkılsınlar, memurluğu bırakamazlar; pazartesileri cumayı, sabahları çıkış saatini bekleyerek, günlerini geçirirlerdi. En fazla verimlilikleri düşebilirdi. Ama şuan konu verimlilik değildi. Bu sonra düşünülebilirdi. Mesele "devlete kapağı atamadım" diyen bir yurttaşımızın bile kalmamasıydı. Zaten devlete kapağı atamamak ne demekti. Bu devlet, yurttaşları arasında ayrım mı yapıyordu. Yani birileri kapağı atarken ötekilerin dışarıda kalması anlaşılır gibi değildi. Devlet, tüm yurttaşları için vardı. O zaman herkesler de kapağı atabilmeliydi. Bu deyimdeki kastedilen kapak neydi orası hala bilinememekteydi.
İşçi Partisi'nin başkanı sloganlar arasına bunu da ekledi. " Söz! Herkes Devlete Kapağı Atacak!" KPSS ile memurluğu kazanıp kendi devrimini yapmaya çalışanları artık yeni bir seçenek bekliyordu. "KPSSsiz Devrim" .Bunu da sloganların arasına yazmayı düşündü ama sonra vazgeçti.
Artık seçim döneminde kampanyalarının ana teması belli olmuştu. Herkesi devlet memuru yapacaklarını ilan edeceklerdi. İnandırıcı gelmemesi imkansızdı. Çünkü her ile üniversite kuracağım diyen Cem Uzan, %7 oy almıştı ve onun bu vaadi daha sonra Genç Parti iktidar olamasa da yaşama geçmişti. Ayrıca herkesin memur olması bir hayal değildi. SSCB, Küba, Kuzey Kore gibi ülkelerde herkes memur olabilmişti. Kuzey Kore'de de babadan oğula doğru sirayet eden başkanlık olsa da bu nepotizm en azından insanların memur olabilmesine engel değildi. Ayrıca sağ partiler bu konuda tutarsızdı. Hem herkesin memur olmasına karşı çıkıp hem de birilerinin memur olmasına olanak sağlıyorlardı. Bu fikri kurmaylarına da açtı İşçi Partisi lideri ve sevilen eski bir stoperi memleketinden belediye başkan adayı yapmaktan daha çok ilgiyle karşılandı bu yeni siyasal tutum. Bu fikrin, herkesin ikinci evine el koymakla ilgisi ise daha sonra ele alınacaktı.
Son tahlilde artık koşullar olgunlaşmış, herkesin memur olabileceği o aydınlık yarınlar yaklaşmıştı. Bu seçimlerde alınacak başarılı bir sonuçla herkesin memur olması yakındı. Karl Marx'a ilgi duymayan halkımız, memurluğa olan sevdasıyla Max Weber'e sevgi duyabilir, muradına erebilirdi. İşçi Partisi'yle halk arasındaki bu iletişim eksikliği belki de halkın "kaç net yaparsam atanırım", "İstanbul kaç puanla kapatmış", "tarih öğretmenliğine kaç atama olacak" sorularının yanıtını, İşçi Partisi'nin bugüne kadar net olarak verememesindendi. Artık İşçi Partisi'nin yanıtı kesin ve netti. Kaç kişi atanacaktı?. Herkes , herkes, herkes ! Sınavsız, puansız, kaç net yaptım, kaç puan aldım diye dert etmeden, kursa gitmeden, test çözmeden...Herkes...Hem de herkes...
İşçi Partisi başkanının isteğiyle Erkin Koray'ın "Memurum Ben" şarkısı tercih edilmemişti. Çünkü Erkin Baba, şarkısında "garip gönlüm çekse de şu yağlı yağlı böreği de, almaya kudretim yetmez bölük pörçük bütçe ile, yıllardır hep akıntıya çeke çeke küreği de, yaprak gibi rüzgarların önüne de katılmışım ben, memurum ben! memurum ben!" diyerek sabah kahvaltıda bir börek bile almaya bütçesi yetmeyen, dar gelirli memurdan bahsediyor ve memur olmak isteyen halkımızın memurluğa bakışını olumsuz etkiliyordu.
Oysa ki seçim şarkısı hazırdı. Yıllardır herkesi memur yapmak isteyen ama bunu söylemeye dili varmayan İşçi Partisi ile memur olmak isteyen halkın buluşamamasını ama buluşabileceğini anlatan Bülent Ortaçgil'e ait Memurun Şarkısı!
Kampanya başlamış seçim yaklaşıyordu. İşçi Partisi lideri, popülist siyasal tutumlarının en son ürününün verdiği sevinçle halkı selamlıyordu ve seçim otobüsünden "Memurun Şarkısı" yankılanıyordu sokaklara...
Pazartesi acımasız, Pazartesi sıkkın,
Hep aynı şarkıyı söylemekten, Bıkkın
Bi' masanın kenarları kadar,
Buluşmazmışız, öyle derler
Oysa bütün masalarda, Tam dört köşe var...
Ozan Yardımoğlu

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder