23 Şubat 2024 Cuma

Dr. Jekyll ile Bay Ecevit

 






Dr. Jekyll ile Bay Ecevit 



"O sıralar erdemli yanım uyukluyordu, hırsın uyanık tuttuğu kötü yanım ise atik ve çevik davranıp fırsatı kaçırmadı ve ortaya Edward Hyde çıktı. Böylece artık iki karakterim ve iki suretim olmuştu"* diyordu Dr. Jekyll. Bay Hyde böyle ortaya çıkmıştı.


   Peki ya Bay Ecevit nasıl ortaya çıkmıştı? O da Dr. Jekyll gibi iki karaktere mi sahipti? Ya da belki kendisi değil de partisi çift karaktere sahip de olabilirdi. Tasavvufa inanmış, duyarlı şair; bir iksir sonucu hırslı bir siyasetçiye mi dönüşmüştü? Bir yanı işçinin, köylünün hakkını savunurken öteki karakteri burjuva düzenin devamını mı sağlamaktaydı? Batılı dostlarına anti-komünist siyasetin sol şubesi olarak güven verirken, aynı zamanda  emekçiyi mi savunuyordu? Ya da Amerika Birleşik Devletleri ile haşhaş meselesi yüzünden ambargoluk olurken , ülkesinin Sovyetik dünyaya kaymaması için aslında sol maskeli sağ bir siyaset mi izliyordu? Kimdi bu Bay Ecevit?  Dr.Jekyll gibi iki karakterin tek bir vücutta buluşmuş halimiydi o da. 


Stevenson, Bay Hyde'dan bahsediyordu romanında ama Bay Ecevit'ten bahsedemiyordu. Çünkü yıl 1886'ydı romanı yayınlandığında ve Bay Ecevit henüz dünyaya gelmemişti. Hatta başka Ecevitler de gelememişti dünyaya çünkü soyadı kanunu henüz yoktu. Dr. Jekyll artık vardı ama Dr. Ecevit'in (Fahri Ecevit, Bülent Ecevit'in babası) dünyaya gelmesine de daha on sene vardı, Dr.Ecevit olmasına ise daha fazla süre.


     "Servet sahibi bir ailenin çocuğu ve üstün yetenekler bahşedilmiş bir insan olarak dünyaya geldim, doğuştan çalışkanlığa yatkındım, ahbaplarım arasındaki bilge ve iyi yürekli insanların bana saygı göstermelerine bayılırdım; o yüzden tahmin edilebileceği gibi onurlu ve seçkin bir gelecek için her türlü güvencem vardı."*  diyordu Dr. Jekyll. Ya Bay Ecevit'in yok muydu?


    1925 yılında İstanbul/ Beşiktaş'ta dünyaya gelen Bay Ecevit'in babası CHP milletvekili Prof.Dr. Fahri Ecevit, annesi ise ressam Nazlı Ecevit idi. Baba tarafından dedesi Mustafa Şükrü Efendi, Abdülhamid'in sarayında ramazan aylarında ders anlatıcılığı da yapan bir din alimi ve  müderristi. Anne tarafından dedesi ise 17 sene Mekke Şeyhülislamlığı  ve Medine Harem Şeyhliği yapmış olan Hacı Emin Paşa'ydı. Çok sonraları  dedesi Hacı Emin Paşa'dan Bay Ecevit'e  Medine'de miras olarak bol miktarda toprak da kalmıştı. Bay Ecevit bu mirası Türkiye'den giden hacıların faydalanması için Türkiye Cumhuriyeti devletine bağışlamıştı. Mirasın Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne,  S.Arabistan Devleti'nden intikali bilindiği kadarıyla  gerçekleşememişti.


  Bay Ecevit, Robert Koleji'ni bitirdikten sonra, Dr. Jekyll gibi  (babasının CHP'deki çevresinden) bilge ve iyi yürekli ahbaplarının da desteğiyle onurlu ve seçkin geleceğine adım atmış, CHP'nin gazetesinde gazeteciliğe başlamıştı. İngiltere'de mesleğine devam etmiş, Rockefeller Vakfı'nın sağladığı bursla ABD'ye gitmiş, burada bir yıl boyunca çeşitli kurslara katılmış, araştırmalar yapmış; program doğrultusunda  Harvard Üniversitesi'nde Sosyal Psikoloji, Ortadoğu Tarihi ve Osmanlı Tarihi üzerine çeşitli derslere ve seminerlere katılmış, daha sonra ABD Dışişleri Bakanı olan Henry Kissinger'dan dış politika dersleri almıştı. Bay Ecevit soğuk savaş kursunu tamamladıktan sonra CHP'deki bilge ve iyi yürekli ahbaplarının çağrısına kayıtsız kalamamış ABD'den Türkiye'ye dönmüş ve Cumhuriyet Halk Partisi'ne katılmıştı. Milletvekilliği, genel sekreterlik derken duyarlı şair artık CHP genel başkanıydı.


    İstanbul Hukuk Fakültesi ve Mülkiye'den mezun; Mülkiye'de öğretim üyesi, Merkez Bankası Genel Müdür Yardımcısı Namık Zeki Aral'ın  kızı Rahşan Aral ile Rahşan Hanım Amerikan Kolej'inde okurken tanışan Bay Ecevit daha sonra Rahşan Hanım ile evlenecek ve yaşamlarını birleştirecekti.


   Rahşan Hanım, Bay Ecevit ile İngiltere'de geçen günlerini yok-yoksul olarak tarif etmekteydi. Aileleri isimsiz-sıradan insanların yoksulluğuyla, elitlerin yoksulluğu bir tutulacak değildi. İngiltere'de paraları  yetişmediğinden maaşı alır almaz kitapçıya gidip paralarını önce kitaba yatırır, kalan parayla geçinebilmek için öğle yemeği yemezlerdi Rahşan Hanım'ın anlatısıyla.


    Artık onlar da Erasmus macerası tadında İngiltere'de bir yoksulluk tadarak halk ile ilk empatilerini gerçekleştirmişlerdi. Bay Ecevit hem seçkin bir aileden gelen entelektüel hem de kafasındaki kasketle Karaoğlan olan halktan biriydi. Hem "demokratik sol" diyerek solcu, hem de sosyal demokrasi demeyerek marksist geleneğe gerekli tavrı koyan bir liberaldi. 


Peki Dr. Jekyll kimdi? Bay Hyde'ın ta kendisiydi.


     Bay Ecevit'in solculuğu kitlelerce ve Batılı dostlarımızca çok makbul, Türk solu için ise pek makbul değildi. Türkiye İşçi Partisi (TİP)  %3 oy oranıyla mecliste grup kuruyordu. Türkiye'de sol yükseliyordu. 1965'e kadar kendisini sol olarak tanımlamayan CHP'de Bay Ecevit, partiyi Ortanın Solu'na konumluyordu, demokratik sol diyordu. Sosyalist bir rejime karşı anti-komünist bir duruş sergileyen seçkin ailenin mensubu Türkiye'de solun liderliğine doğru ilerliyordu.


   Gerçi bu solculuk dediğimiz marksist-leninistlere göre dışarıdan işçilere bilinç aşılanarak gerçekleşecek bir hadise değil miydi?  Fidel Castro, çiftlikler sahibi bir ailenin mensubu olarak devrim yaptıysa Bay Ecevit de solculuk yapabilirdi neyi eksikti. 


     Peki Bay Hyde'den sonra bu Baylık müessesesi siyasetimize Bay Ecevit ile mi gelmişti? Evet bildiğimiz kadarıyla Bay Ecevit ile gelmişti. Bay Ecevit, 1950'li yıllarda Ulus Gazetesi'ndeki yazılarında Adnan Menderes'i hedef alırken kendisinden "Bay Menderes" diye söz ediyordu. Sonra bu baylar çoğaldı durdu. Bay Ecevit'ten sonra Baykal geldi CHP'nin başına. Uzunca bir süre kaldı Bay Kal  kalmadı değil. Bir kere gider gibi yaptı sonra sevenleri "gitme kal" deyip yalvarınca yine kaldı. Ama artık Baylığın, devir zamanı gelmişti. Orası biraz +18 olabilir diye kanaat getirilince başka bir Bay geldi Bay Kal'ın gittiği yere . O  Bay, Bay Kemal'in ta kendisiydi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini "BAY Takımlar" gibi maç yapmadan geçerek tamamladı 2023 seçimlerine kadar. Takımların haftayı "BAY" olarak geçtiği ligleri küçükten beri sevmezdim. Çift sayıda takım olmadığı zaman bir ligde, her hafta bir takım haftayı maç yapmadan BAY Takım olarak geçirirdi. Bay Kemal de sanırım bu Bay kavramını fazla önemsemişti. Senelerce maç yapmadan, cumhurbaşkanlığı seçimlerini aday olmadan atlatıp durmuştu. Ta ki sonunda "evet ben Bay Kemal'im, sizlere Bay Kemal sözü, buradayım be buradayım" diyerek Baylığını kabul edene kadar. Baylığı kabul edince nedense o seneyi geçen seçimlerdeki gibi maç yapmadan geçirmedi. Hatta 2 kere maç yaptı. 2 cumhurbaşkanlığı seçiminde de yenildi. Maç yapan takıma artık BAY denilemezdi. Böylece Bay Kemal 'in Baylığı da sona erdi. Artık kalamayan Bay Kal'ın Baylığı gibi.


  Bu Bay-Bayan meselesi sonraları çok tartışıldı. Bayan değil Kadın denildi. WC'lerde bile Bay-Bayan yazılması istenmedi. Kadın tuvaletinde Bülent Ersoy'un kadın, erkek tuvaletinde Bülent Ersoy'un erkek olarak resmedildiği tuvaletler kafa karıştırdı. Bay -Bayan yazmak yerine şemsiye-şapka gibi garip objelerle erkekliği ve kadınlığı simgeleyerek erkek-kadın tuvaletlerini ayırt etmeye çalışan  tuvaletler kararsızlık yarattı. Hangisi bay hangisi bayan tuvaleti derken "bayan değil kadın diye müdahaleler gecikmedi. Tüm bunlar olurken  Bay Hyde, WC'ye giremedi belki de altına etti. 


  Neyseki bizim evdeki tuvalette kadın-erkek ayrımı yoktu. Tuvaletimi yapıp çıkınca salondaki rafta DSP'den Bülent Ecevit imzasıyla evimize, babama  gönderilen bayram tebriği kartı Ecevit'in kasketli fotoğrafıyla beni izliyordu. Babam koyu bir Ecevitçiydi. Babam ve ona inanan kitleler için Ecevit bir halk kahramanıydı. Bay Ecevit'in iki gücü vardı. Biri Halk biri Hak. Öyle diyordu. Oradaki halkın içinde babam da vardı. Bay Ecevit ona inananlar için sendika yasasını getiren, grev hakkını veren, asgari ücreti uygulamaya koyan, işçiler için, ezilenler için mücadele eden, işçilerin ve köylülerin lideriydi. Milliyetçi Cephe hükümetlerine karşı demokrasiyi koruyan yılmaz bir demokrattı. 12 Mart ve 12 Eylül'ün karşısında korkmadan dikilen bir savaşçıydı. Marksist solun bile zaman zaman desteklediği, "Faşizme Karşı Birleşik Cephe"nin önderiydi. 1980 sonrası ise belki de geçmişten gelen bir kahramanın yaşayan silüetiydi. Milliyetçilik ve laiklik söyleminin vurgusunda sörf yapan bir başbakandı.


      Ona inananlar için zenginin karşısında yoksulun, ezenin karşısında ezilenin, patronun karşısında işçinin korkusuz savunucusu bir halk önderiydi Bay Ecevit. Amerikan emperyalizmi karşısında ambargoların bile yıldıramadığı bir anıt şahsiyetti. Haşhaş ekimini serbest bırakan Kıbrıs Fatihi'ydi.


    Ona güvenmeyen sol kesim için ise ABD'nin Türkiye'de yükselen solun önünü kesmek, solu kontrol altında tutmak, sınıf savaşının tırmanmaması için merkez solda görevlendirilen bir vazife memuruydu. ABD'de soğuk savaş kursunda eğitim verilip, Türkiye'de sosyalist bir sistem gelmesin diye CHP'nin başına oturtulan bir görev adamıydı. Türkiye'de işçi haklarını savunan, geliştiren değil dizginleyen bir tutucuydu aslında. Eleştiren sol kesim için o kapitalist-emperyalist sistemin Türkiye'deki sol görünümlü temsilcisiydi.


    Hangisiydi Bay Ecevit? Belki hepsiydi, belki de hiçbirisi değildi. Bizi marksist bir diktatörlükten korumuş  emek savunucusu bir demokrat da olabilirdi, Türkiye'de  emek mücadelesi daha fazla güçlenmesin diye solun önüne örülen sol görünümlü bir duvar da. 1980 sonrası ise bu ifadelerden birisi bile değildi. 


    1970'lerde hem Karaoğlan hem Bay Ecevit miydi? Yoksa sadece Karaoğlan mıydı? Ya da yalnızca Bay Ecevit? Yoksa 1990'lar da mı Bay Ecevit'e dönüşmüştü. Tüm bu tartışmalarla Bay Ecevit 2006 yılında onbinlerce kişinin katılımıyla insan seli içerisinde bu dünyadan uğurlandı.


 " Hyde darağacında mı can verecek? Yoksa son anda kendinden feragat etme cesaretini gösterecek mi? Tanrı bilir; benim umurumda değil; ben ölümün eşiğindeyim, bundan sonrası  benden çok başkasını ilgilendirir."* diyordu Dr. Jekyll ölmeden önceki son sözcüklerinde. 


   Evet, bundan sonrası başkalarını ilgilendirirdi. Bay Ecevit'i uğurlamıştı onbinler. Artık Bay Ecevit'i ilgilendiren birşey kalmamıştı.


   Türkiye'de eşiyle birlikte farkında olmadan bir partide eş başkanlık sistemini ilk kez uygulamaya koyan "Halkçı Ecevit" artık yoktu.


   Ne diyordu "DSP Marşı";  " gözünaydın Türkiye ak güvercin geliyor, güçlendikçe DSP halkın yüzü gülüyor. "


 Aynı müzikle "Özgürlük Mahkumları Türküsü" de şöyle diyordu, " vatan ağalı beyli, mahkumlar isyan huylu, işçi emekçi köylü, özgürlük mahkumları." 
Bir sosyalist türküyle aynı müziğe sahip  DSP Marşı,  Bay Ecevit'in sol ile ikircikli öyküsünün melodik bir temsiliydi. 


"Demokratik soldayız en sağlıklı yoldayız, özgürlüğü emeği kimseye harcatmayız"  diyordu bu serüveni bitirirken.    


Ozan Yardımoğlu



Kaynaklar


* Dr Jekyll ile Bay Hyde, Robert Louis Stevenson, Türkiye İş Bankası Yayınları


** Bülent Ecevit Karaoğlan, Mustafa Çolak, İletişim Yayınları



Öykü: KPSSsiz Devrim

  Öykü: KPSSsiz Devrim      İşçi Partisi'nin başkanı, birden heyecanla ayağa kalktı. Buldum dedi. Senelerce sürdürülen devrimci mücadel...